Pop-Up Interview with Şener Özmen I Türkiye'de Sanat

Pop-Up Interview with Şener Özmen I Türkiye'de Sanat

Pop-Up Söyleşi dizileri ''Türkiye'de Sanat'' başlığıyla devam ediyor. Herhangi bir siyasi görüşü ve kimliği yermek ya da yükseltmek değil özgür bir şekilde sanatı konuşmak amacıyla bu coğrafyada üretilen sanatı, sanatçının bu konudaki fikirlerini ve gelecek nesile önerilerini paylaşmak üzere bu röportaj serisi üzerine çalıştım ve farklı kuşak ve disiplinden gelen çok değerli 15 sanatçı ile görüştüm.

 

Röportaj: Hazal Gençay Sungur

 

 

POP UP INTERVIEW WITH ŞENER ÖZMEN            
Türkiye’de Sanat

 

 

Şener Özmen    
Sanatçı

 

 

1- Türkiye coğrafyasında üretilen sanatın temelleri nedir?          
Uçları olacak bu yanıtların; zirâ böyle bir soruyu yanıtlamak için Türkiye coğrafyası olarak tabir edilen yerde bugüne kadar üretilmiş sanatın da nasıl bir sanat olduğunu ve nelerden, nerelerden beslendiğini de konuşmamız, en azından birikmiş olanın tarihsel ve akademik tavrına değinmemiz gerekecek. Soruyu bugüne mi soruyorsunuz? Çünkü sorun bana göre, akademik olanla, akademi dışının çatışması değil artık, bu çatışma arası (sözgelimi 2000’lerin başında) iki tarafı da besleyen önemli sanatsal olaylara tanık oldu. 1998’de küratörlüğünü Yahşi Baraz’ın yaptığı ‘Türk Resminde Soyut Eğilimler’ başlıklı sergisi açılmıştı AKM’de, açılışta Halil Altındere ve Serkan Özkaya’nın, Strauss’un Mavi Tuna’sı başlar başlamaz, Doğançay’ın kendilerini cezbeden en iyi iki tablosuyla herhangi bir izne gerek duymadan gerçekleştirdikleri vals performansı, Türk resmindeki soyut eğilimin de altını oymuştu. Birkaç akıllı küratör ve galerici dışında, bu tavrın yeni ve dışlayıcı olmayan bir sanat piyasası olduğunu (arkaik milli duygularıyla piyasayı ayakta tutmaya çalışan güçlü bir pentür geleneği vardı o sıra işbaşında) kimse tahmin etmiyordu galiba. Bir diğer öngörmezlik, soyut eğilimin, 2000’lerden sonra hyper-realist bir tavıra (ilki kadar güçlü olmasa da) tepkisel dönüşümüyle alakalıydı. Tıpkı belirli temalar üzerinden yükselen video üretiminde olduğu gibi. Jung’un sözünü ettiği gölge arketip (ruhsallığın, kaosun ve bilinmeyenin temsil ettiği, ruhun karanlık yüzü) bir bakış ortaya çıktı ve sanat piyasası, bu karanlık yüzü, gerçekçi olmayan maskelerle destekledi, destekliyor. Son birkaç yılın siyasal felaketleriyle, sanat üretimini (üretimin net bir tavır olduğunu düşünenlerdenim) karşılaştıralım, çıkmaz zamanlardaki etik ve ideolojik tutumun seyrine bakalım, hem Zehra Doğan’ın hem Fatoş İrven’in ve daha nicesinin yaşadığı, üstelik pek de yeni olmayan travmanın aşılmasını, bu sanatçıların güvenli bir şekilde üretmelerini (daha doğrusu yaşamalarını) sağlamak üzere, desteğin yine Kürt sanatçılardan (küratör olmadığına göre) gelmesi gerektiğini söyleyen tuhaf, anlaşılmaz, ancak tartışılması elzem durumlar çıktı. Çok merak ediyorum, sanat eleştirisi neredeydi diye! Hayır, sanat eleştirisi ne eleştirir diye! Türkiyeli feminist güncel sanat ekolü ne yapar, eder diye! Bu durumu, sürekli sürgün edebiyatı yapan Avrupalı bir Kürt yazarın, zamanının büyük bir bölümünü Türkiye’nin sahil kentlerinde geçirmesine benzetebilirsiniz. Son birkaç yıldır Batı Avrupa’daki merkezlere yerleşen Türk sanatçının, küratörün seküler ama devletçi hislerine tercüman olacak yeni gelişmeler olmalı belki de. Eleştirel tutumun, Türkiye’de normalizasyon zamanlarına tekabül ettiğini, en muhalif çalışmaların ve sergilerin ve dahi sanat yazılarının, tam da bu dönemlerde ortaya çıktığını söyleyebilirim. Yani, zor addedilen zamanlarda değil. Belirli bir temel üzerinden yükselen bir sanat tarihi yazmak zor galiba, bugün büsbütün piyasa merkezli bir üretim olduğunu söylemek için de henüz erken diye düşünüyorum.


Şener Özmen, Supermuslim, 2003, photograph -series of 21 imagers-

 

 

2- Bu temeller sanatınıza nasıl yansıyor?             
Sanırım coğrafya değişikliği üretimlerin de seyrini değiştiriyor, tek bir soruna –üstelik sorunumuzun ne olduğu apaçıkken– bağlı kalmadan, sizi tetikleyen şeylerin ruhunuzu ele geçirmesine de izin vermeden –ki bu çok kolay olmuyor– üretmeye çalışıyorsunuz. Türkiye güncel sanatında seküler temayyülleri –daha çok performans sanatlarına bağlı olarak ortaya çıkan– inceleyen çalışmalar olmalı, Bakargiyev’in gerçekleştirdiği İstanbul Bienali vesilesiyle konuştuğu mevzuları silbaştan tartışacak zamanlar gelmeli, AB eksenli kültürel politikaların eskisi kadar güçlü olmadığını biliyoruz, o halde bir eksen kaymasından söz etmenin tam zamanı belki de. Çalışmalarım politik referanslarıyla okunuyor, bu da bir yol ancak yeterli değil, hatta bana sorarsan fazla demode! İletilere hiç güvenmiyorum, bunları değil Dünya’yı konuşmak istiyorum, bir yansıma varsa –ve olacaksa– bunun net bir entelektüel dil üzerinden geldiğini –geleceğini– hissediyorum. Mesele bu olunca, kopuşlar da oluyor.

 

 


Şener Özmen, On The Road, 2012, Hahne Muhle Fine Art pigment print, 120x180cm

 

 

3- Türkiye sanatının özgün olması ve geleceğe taşınması için sanatçıların hangi biçim ve değerler üzerine çalışması gerekir?              
Bu soruya yanıt vermeli miyim, gerçekten bilmiyorum. Çünkü, kendine özgü bir dili olduğu kesin, bu kesinlik ve mutlaklık, yakıcı meselelere gelince, karşımıza Aborjinlerin yaşadığı sorunlar, Latin ülkelerindeki güvenlik meseleleri, yağmur ormanlarındaki değişimler ve diğer küresel anomaliler olarak da ortaya çıkabiliyor. Türk sanatçı, kendisini ilgilendiren en köklü soruna, transatlantik imgelere kayarak, sessiz kalabiliyor. Sorunlu bir bakışın, geleceğe taşınmasıyla ilgili de kuşkuluyum. Dahası, ne geleceği, ne biçim ve değeler meselesi, benim takıntım değil.

 

 

Etiketler: Magnet, Şener Özmen, Pop-Up Interview, Türkiye'de Sanat
Aralık 01, 2020
Listeye dön
cultureSettings.RegionId: 0 cultureSettings.LanguageCode: TR